Son Dakika
1894 Marmara depremi 250 yıllık periyodu kırdı mı?
Published
15 saat agoon
By
admin
23 Nisan’da Marmara Denizi’nde meydana gelen 6,2 büyüklüğündeki deprem, tartışmaları da beraberinde getirdi. Bazı bilim insanları “Büyük Marmara Depremi öne çekildi” derken, bazıları da 7 ve üzeri büyüklükteki deprem riskinin bittiğini söylüyor. Tartışmaların odağında ise 10 Temmuz 1894 tarihindeki deprem yatıyor. Zira Dr. Sema Küçükalioğlu Özkılıç’ın yaptığı araştırma, depremin merkezine ilişkin önemli veriler sunarken, İstanbul’un 250 senede bir mutlaka yıkıcı şekilde sarsıldığı tezini çürütüyor. ‘1894 Depremi ve İstanbul’ adlı kitabı kaleme alan Özkılıç, 131 yıl önce meydana gelen Marmara denizindeki sarsıntıların ve sonrasında yaşananların ne olduğunu TRT Haber’e anlattı.
Depremin öğle ezanının okunduğu sıralarda vuku bulduğunu söyleyen Dr. Sema Küçükalioğlu Özkılıç şöyle devam etti:
“Deprem tahmini olarak saat 12.19’da ardı ardına gelen üç sarsıntıyla vuku bulur. İlki 4-5 saniye süren hafif bir sarsıntı; arkasından gelen ikinci sarsıntı daha şiddetli yaklaşık 8-9 saniye ve nihayet üçüncü sarsıntıyla birlikte toplamda 17-18 saniye kadar süren bir depremden bahsediyoruz. Depremin ardından çeşitli vilayetlerden ve kazalardan depreme dair haberlerin yer aldığı telgraflar gönderilir. Böylelikle depremin büyüklüğü giderek netleşmeye başlar; akabinde de depremzede olanlarla ilgili birtakım faaliyetler yürütülür. Birçok adım atılır; fakat bu noktada deprem sonrasında depremzedelere yardım amacıyla kurulan ve İane-i Musabin Komisyonu olarak anılan yardım sandığından bahsetmek yerinde olacaktır. Zira bu komisyon asli amacını yerine getirirken depremin bilançosunu da ortaya koymuştur. Bir yanda ölü ve yaralı sayısının tespiti diğer yanda da depremde hasar gören hanelerin rakamsal verisi ile hasar derecesi konusunda çok önemli veriler sunar.”
Paniğin sonlandırılması için çalışmalar yapıldı
Deprem sonrası birtakım çalışmaların yapıldığını ancak bunların halkı teskin etmeye yönelik olduğunu belirten Dr. Sema Küçükalioğlu Özkılıç, Sultan II. Abdülhamid’in bu çalışmalardan tatmin olmadığını söyledi:
“Depremin ilk günlerinde bilimsel olmayan, daha çok halkı teskin etmeye yönelik, halkın evlerine girmesi, sosyal hayatın normalleştirilmesi ve panik halinin sonlandırılması gibi birtakım gayelerle ve düşüncelerle çalışmalar yapıldığını görüyoruz. Fakat padişah II. Abdülhamid hazırlanan rapor ve yürütülen çalışmalardan tatmin olmuyor.”
Sultan II. Abdülhamid bilimsel rapor hazırlattırıyor
Küçükalioğlu Özkılıç, Sultan II. Abdülhamid’in depremin meydana geliş nedenini ve etrafta spekülatif olarak dolaşan söylentilerin bilimsel bir zemine dayanıp dayanmadığını öğrenmek istediğini belirtiyor. Bu yüzden Atina Rasathanesi Müdürü Eginitis’i İstanbul’a davet ettiğini söylüyor.
“Eginitis, Yunanistan’daki depremleri araştırması nedeniyle bölgedeki depremlerin sistematiğini iyi bilen birisi. Bu nedenle tercih edilmiş olmalı. İstanbul’a gelen Eginitis, 1894 Depremi hakkında resmî olarak bilimsel bir rapor hazırlamakla görevlendirilir. Bunun üzerine depremin etkili olduğu sahada araştırmalar yapan Eginitis, bu çerçevede raporunu hazırlar; ardından da 15 Ağustos 1894’te padişaha takdim eder. Raporunu 20 Ağustos’ta Paris’te düzenlenen uluslararası bir kongrede de sunar. Sonrasında birtakım bilimsel çalışmalar yapılmasına rağmen bunlar genel olarak Eginitis’in verilerine dayanır; zaman zaman da ona atıfta bulunularak oluşturulur.
Biz şunu görüyoruz ki; birçok çalışmada Eginitis’in verileri kullanılır. Burada altını özellikle çizmemiz gereken nokta, Eginitis’in raporunun resmî bir rapor olduğu; devletin imkanları kullanılarak yürütülen bir araştırma sonrasında elde edilen verilere dayandığı. Eginitis bu raporunu hazırlarken üstelik rasathanede görevli olan bir ekiple birlikte hareket ederek çalışmalarını yürütür. Rasathane Müdürü Coumbary Efendi, Müdür Yardımcısı Emil Lacoine Efendi ve Bahriye subaylarından Vasıf Efendi; ki Vasıf Efendi’nin yaptığı çalışmalardan ayrıca yararlanarak raporunu oluşturur. Bir başka ifadeyle; bu rapor 1894 Depremi’yle ilgili tek resmi ve bilimsel rapordur.
Devlet, Eginitis’e araştırmaları için muş olarak adlandırılan küçük buharlı bir tekne tahsis eder. Bununla ve bahsettiğimiz ekiple birlikte Marmara Denizi’nin kıyı bölgelerinde tespitlerde bulunur. Raporunu burada elde ettiği verilere dayandırır. Ancak bu verilerin dışında depremin vuku bulduğu ilk günden itibaren telgraflarla Babıali’ye gönderilen bütün verileri ve görgü şahitlerinin verdiği bilgileri de kullanır. Şimdi bu tabii bize önemli bir şey söylüyor; dönemin teknik imkanlarının sınırlılığı konusunda. O dönemde depremlerin merkez üssünü tespit edebilecek bir imkân bulunmuyor. Sismograflar var o tarihlerde; ancak bu sismograflar daha çok depremin yönünü ve hızını tespit edebilecek türden. Dolayısıyla depremin merkez üssünü yani dış odak noktasını tespit edebilecek aletler değil, bunlar.”
‘Veriler 1894 depreminin Adaların güneydoğusunda olduğunu gösteriyor’
Raporda geçen İzmit Körfezi ifadesinin yanılsamaya neden olduğunu açıklayan Dr. Sema Küçükalioğlu Özkılıç, 1894 Depreminin merkezine ilişkin önemli bilgiler paylaştı: “Eginitis, raporunda belli bir merkez üssünden bahsetmez. Hatta şöyle söyler: ‘Bu depremin merkezi belli bir nokta olmayıp, bu merkezi İzmit Körfezi ekseni içinde aramak gerekir.’ Çünkü Eginitis, depremin etki alanlarını bölgelere ayırarak bunun üzerinden bir eksen tayin etmiştir. Büyük eksen ve küçük eksen olarak tanımlar. Büyük eksen genellikle İzmit Körfezi çevresinde dolaşırken, küçük eksen daha batıya yani bugünkü Adalar tarafına doğrudur. Şimdi burada İzmit Körfezi ifadesi yanılsamaya da neden oluyor. Böyle bir raporda doğrudan geçmese de merkez üssüne ilişkin bu ifadelerin kullanılmış olması, bu noktada çok fazla detaylı araştırma yapmayan yahut bu bilimsel rapordaki her ifadeyi analiz etmeden değerlendiren araştırmacıları depremin merkez üssünün İzmit Körfezi tezine yöneltebiliyor. Oysa Eginitis’in raporu dikkatli incelenirse yapılan tespitlerde bu noktanın İzmit Körfezi’nin doğu ucu gibi ileri noktada değil, yani 1999 depreminin olduğu noktada değil, Adalar’ın güneydoğusunda bulunan bir noktada olmuş olmasına işaret etmektedir. Eginitis raporunda merkezin depremin etkilediği birinci bölgede ve küçük eksen olarak tanımladığı Esenköy-Maltepe arasındaki 39 km.lik alanda olabileceğine dikkat çeker. Buradaki temel gerekçelerimizden bir tanesi tabii olarak Eginitis’in raporundaki ifadeler. Ancak tek parametrenin bu olmadığını da söylemeliyiz; buna göre deprem öncesi belirtiler ve deprem sırasında ortaya konan bazı verileri de değerlendirmek gerekiyor. Dolayısıyla depremin yönü, hareketi burada önemli belirleyici hususlardan biri. Çünkü Eginitis, bu depremin kuzeybatı-güneydoğu yönünde ilerleyen dikey bir hareketle gerçekleştiğini ifade ediyor. Açıkçası ben bu hususun 1894 Depremin merkezinin tespiti konusunda anlamlı olabileceğini düşünüyorum. Tabii depremin merkezinin İzmit Körfezi’nin içi yerine daha batıda olabileceğini düşünmeme neden olan başka parametreler de var. Ancak ben yine de bu konuda son kararın ortaya çıkardığımız bu tarihi verileri değerlendirecek olan deprembilimcilere ait olduğu kanaatindeyim.”
1894’te en büyük hasar İstanbul ve Adalar’da oldu
İzmit’ten ziyade büyük hasarın İstanbul’da olduğunun altını çizen Küçükalioğlu Özkılıç, özellikle tarihî yarımadanın ve Adalar’ın geniş çapta olumsuz etkilendiğini belirtiyor.
Dr. Küçükalioğlu, “Depremin yarattığı hasar açısından baktığımızda; İstanbul ve özellikle kıyı şeridi çok fazla etkileniyor bu depremden. İstanbul’da hasar gören birinci derece hasarlı yapı sayısı, iane komisyonunun raporlarına göre, İstanbul için 10 binden fazladır, 10.171. İstanbul’da hasar görüp komisyondan yardım alan hane sayısı ise Gebze dahil İstanbul’un tamamında 20 bin 300 civarındadır. Buna yaklaşık bin 500 civarındaki kamu binaları, ibadethaneler ve işyerleri başta olmak üzere halka açık alanlardaki yapılara ilişkin rakamları da eklediğimizde İstanbul’da depremden etkilenen hasarlı yapı sayısının niceliksel boyutu daha iyi anlaşılır. Öte yandan bu veriyle ilgili başka bir tespit yaptığımızda da tarihî yarımadanın ve Adalar’ın nicelik olduğu kadar nitelik bakımından da ciddi anlamda hasar gördüğü anlaşılır. Zira zemin koşulları, binaların eskiliği de yukarıdakilere ek olarak değerlendirilmesi gereken ayrı parametrelerdir ve esas itibariyle de deprem bilimcilerin üzerinde etüt etmesi gereken bir husustur, bu parametreler. Ancak dediğim gibi, sayılar dışında yapıların niteliği de bize Adalar’da hasarın ciddi boyutlarda olduğunu söylüyor. Nitekim hasar gören 446 yapının 400’ü birinci derece hasarlı ve Eginitis de bu hususa dikkat çekiyor. Bu aslında bize bir şey anlatıyor.”
İzmit ve çevresinde sadece 600 yapı ikinci derece hasarlı
Depremden sonra Sultan II. Abdülhamid fotoğraflar çektirilerek depreme ilişkin bir fotoğraf albümü oluşturulmasını istiyor. Dr. Sema Küçükalioğlu Özkılıç, söz konusu fotoğrafların depremin etkisinin hangi bölgelerde olduğunu göstermesi açısından da önemli olduğuna dikkat çekiyor.
“Görsellere baktığımızda da İstanbul’da, bazı yerlerde hasarın çok ciddi boyutlara vardığını ve depremin yapılardaki şiddetinin oldukça yüksek olduğunu görüyoruz. Oysa İzmit ve çevresinde hasar gören yapı resmî rakamlara göre 600 ve bu sayının tamamı ikinci derece hasarlı olarak tanımlanan yapılardan oluşuyor. Bursa’da bu depremin yarattığı hasara baktığımızda da hasar gören yalnızca 49 hanenin olduğunu, bunların da ikinci derece hasarlı yapılar olduğunu tespit edebiliyoruz, yine komisyonun verdiği rapora göre. Bu rakamlar bize hasarın daha doğrusu depremin en fazla zarar verdiği alanın tarihî yarımada, Adalar ve kıyı şeridi olduğunu gösteriyor. Sadece haneler üzerinden değil mesela Adalar, Ambarlı, Esenköy gibi kıyı şeridinde derin yarıklar tespit ediliyor. Dolayısıyla bu tespitler, bize aslında depremin etki alanının en şiddetli noktalarının nerede olabileceği ve merkezin yakınlığı gibi hususlarda son derece önemli bir veri sunuyor.”
İlk bilimsel rapor 1894 depremi için hazırlandı
Dr. Küçükalioğlu Özkılıç, 1894 depremini Marmara’daki diğer depremlerden ayıran özelliğini de açıkladı. Hazırlanan bilimsel rapora dikkat çekerek şu ifadeleri kullandı: “Öncelikle Osmanlı coğrafyasında ya da İstanbul için hazırlanmış ilk resmî, bilimsel bir rapor var bu depremle ilgili. Dolayısıyla bu depremin hem şiddeti hem yayılma-etki alanı gibi hususlarla ilgili olarak son derece detaylı bilgiye sahip oluyoruz. Aslında bu rapor, depremin merkezinin neresi olabileceğinin tespitinde son derece önemli bir veri sunuyor. Dolayısıyla bu ve bunun gibi birçok noktada öncekilerden ayrılıyor. Bir başka açıdan da sonraki depremlerden ya da raporlardan ayrıldığını da söyleyebiliriz. Zira 1894 Depremi, Marmara Denizi’nde meydana gelen depremler için İstanbul Depremi diye bahsedilen son depremdir. Çünkü 20. yüzyıldan itibaren sismoloji anlamında birtakım çalışmalar yapıldıkça ve teknik anlamda merkez üslerine göre depremleri tanımlama durumu söz konusu olunca, bölgede meydana gelen depremler “İstanbul Depremi” şeklinde anılmıyor artık ve bundan sonra vuku bulan depremler ‘Marmara Denizi’nde deprem’ yahut ‘Şarköy-Mürefte Depremi’ veya ‘Gölcük Depremi’ şeklinde ve belli bir merkez üssü üzerinden tanımlanıyor. Dolayısıyla bu deprem, İstanbul Depremi tabirinin kullanıldığı son deprem olması bakımından da önemlidir. Esasen bu da bize bir şey söylüyor; o da İstanbul’un bir fay hattı üzerinde kurulmuş bir şehir değil, ancak güneyinden çevrelenmiş aktif fay hatları nedeniyle tarihsel süreç içinde Marmara Denizi’nde vuku bulan hemen her depremden az ya da çok etkilendiği gerçeği.”
“1894 depremi 250 yıl periyodunu ortadan kaldırıyor”
Dr. Sema Küçükalioğlu Özkılıç 1894 depreminin merkezinin tespitinin mühim bir konu olduğunun altını çiziyor. Zira bazı deprem uzmanları bu depremin merkezinin İzmit, hatta daha doğusunda olduğunu ve buradan hareketle de İstanbul’un 250 yılda bir mutlaka sarsıldığını savunuyor.
Küçükalioğlu Özkılıç, 1894 Depreminin merkezinin neresi olduğunun neden önemli olduğu ve 250 yıllık periyodun ne anlama geldiği sorusuna net cevap veriyor:
“Marmara Denizi’nde 6,2’lik depremin nerede olduğu neden önemliyse, 1894 Depreminin de nerede olduğu onun için önemli aslında. Çünkü bugün yapılan bütün tespitlerde belli noktalar üzerine yoğunlaşıyoruz; olası depremleri tespit etmek için. Dolayısıyla 1894 Depreminin yerini tespit etmek bundan sonra vuku bulacak bir depremin yerini belirlemek açısından son derece mühim. Diğer yandan depremler genel olarak belli periyodlarla vuku bulurlar ve bu periyodlar fay sisteminin yapısına göre şekillenir; yani her fay farklı özellikleri haizdir ve farklı periyodlarla vuku bulur. Marmara Denizi depremleri için ise 250 yıllık bir periyoda sahip olduğu görüşü genel olarak hâkimdir. Ancak ben bu görüşe pek katılamayacağımı ifade etmeliyim. Çünkü 1766 depremi ile 1894 depremi arasında 128 yıllık bir süre var. Bu süreç zaten 250 yıllık periyod görüşünü ortadan kaldırıyor.”
Kamera: Sefa Bakış
Kurgu: H. Melih Gökkaya
Grafik: Hakan Yazıcı